Fususul Hikem'in Sırları

Davud

Süleyman’ın sırları ile Davud’un sırları arasında büyük bir ortaklık vardır. Nitekim Hakk, Kuran’da buna şöyle işaret etmiştir: “Biz, Davud ve Süleyman’a ilim verdik.”(Neml, 15), “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden verildi.”(Neml, 14), “Onlar dediler ki: Hamd, Allah’a mahsustur. Bizi kullarının pek çoğundan üstün kılmıştır.”(Neml, 15), “Davud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm vermekteydiler.”(Enbiya, 78), “Her birisine ilim ve hüküm verdik.”(Enbiya, 79). Muhyiddin İbn Arabi hazretleri de bu fassı Süleyman fassına bitiştirmekle ve bu fassı “Davud Kelimesindeki Varlık Hikmeti” şeklinde isimlendirmekle, varlığın her şeyi kuşatan rahmetin kendisi olmasına işaret etmiştir.

Süleyman’a ait genel rahmetler içinde sıfatları ilgilendiren rahmet, ilahi hilafettendir. Bunun hükümleri varlık mertebelerinde adım adım ortaya çıkar ve insan suretinde kemaline ulaşır. Ondan önceki mazharlar ise, insani/ilahi hakikatin kendileriyle ve kendilerinde tam olarak ortaya çıkması için istidat sahibi değildirler. Dolayısıyla hilafet/uluhiyet hükümleri ilk defa Ademi surette ortaya çıkmış ve insan türü içinde de itidal mertebelerine göre detaylanmaya devam etmiştir. İçerdiği tüm niteliklerin zuhuru açısından, hilafet mertebesi Davud’da kemale erer ve Süleyman’da da tam olarak yayılmış olur.

Adem’e hilafet verildiğinde, kendilerine hükmedeceği insan toplulukları olmadığı gibi, cinlerden de sadece İblis vardı -ki o da kendisine secde etmemiş ve kendisi ile hanımını saptırmış ve aldatmıştır. Halifelik hükmünün icra edileceği kimselerin yetersizliğinden dolayı, Ademi suret, Adem’de tam olarak açılmaz. Bu yüzden Adem’in hilafeti risalet mertebesini içermemiş ve risalet, Nuh zamanına kadar Adem’in neslinden gelenlerde potansiyel olarak kalmıştır. Ayrıca Adem’in isimlerden payı, onları bilmesiyle sınırlı iken, Davud, onlarla ilim, amel ve hal açısından tahakkuk etmiştir.

Davud’un ilahi isimlerle ilim açısından tahakkuk edişinin göstergesi, ona hilafet makamının verilmesidir, çünkü bu makam ile tahakkuk etmenin en önemli, en değerli ve en büyük şartı ilimdir.

Davud’un ilahi isimlerle amel açısından tahakkuk edişinin göstergesi, Resulullah’ın (Salat ve Selam üzerine olsun) da bildirdiği üzere yeryüzündeki en abid kul oluşudur.

Davud’un ilahi isimlerle hal açısından tahakkuk edişinin göstergesi ise, Hakk’ın ona doksan dokuz hanımı nikahlamayı takdir etmesidir -ki bunlar ilahi isimlerin (veya rahmet dallarının) bir örneği gibidir. Davud, hilafet mertebesinin içermiş olduğu her şeye kabiliyeti olduğunu gördüğünde, söz konusu sayıyı yüze çıkartıp, işi tamamlamak/bütünlemek istemiştir. Bu ise ancak Zat’a ait “Allah” ismi ile olabilir -ki bunun da gerçekleşmesi imkansızdır, çünkü “Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez.”(Nisa, 38). Dolayısıyla Allah onu uyarmıştır: “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. İnsanlar arasında hak ile hükmet, hevaya tabi olma! O, seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan saptıranların, kıyamet gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azabı vardır.”(Sad, 24).

Ayetin öncesinde doğrudan Davud’a hitap edilmesine karşın, devamının belirsiz gelmesi, bu mertebenin edebindendir. Allah, bu şekilde Davud’a seslenmekle, kendisine hitabet edebini öğretmiştir. Çünkü hilafet mertebesi hitabeti de kapsamakta ve gerektirmektedir.