Fususul Hikem'in Sırları

Yakub

“Ruhiyet” sıfatı ile dini (yaşam kanunu) birleştiren birinci sır, tedbirdir (düzenleme). Tedbir, zati (ezeli/zorunlu) ve kesbi (çaba ile sonradan kazanılmış/ek) olmak üzere iki kısımdır. İnsanın sureti her iki tedbiri de içerir. İnsanın bekası (devamlılığı/sonsuzluğu) ve dünyevi ve uhrevi halinin sağlığı her iki tedbire de bağlıdır.

Zati tedbir, mizaci tabiatın tedbiri gibidir; mizaca ait özellikler de feyizden taşmışlardır. Mizaci tabiatın bu özellikleri kabul etmesi ve kullanması herhangi bir çaba olmaksızın feyizden kaynaklanmaktadır.

Diğer (kesbi) tedbir ise ruhun tedbiridir. Bu da akli ve bedeni olmak üzere iki kısımdır. Ruhun akli tedbiri, mizacın hallerini ve çıkarlarını görmezden gelerek, kemali elde etmek, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak, Allah'ın sıfatları ile bezenmek ve Hakk'ın katına benzemeyi talep içindir. Ruhun bedeni tedbiri ise bedenin çıkarlarını gözetmektir -ki bu, kendisinden daha yüce bir amaç için dikkate alınır. Bu üstün amaç, ruhun akli tedbirinde olduğu gibi Hakk'ın katına benzemektir. Ancak bu tedbir -akli tedbirden farklı olarak-, ruhi ve doğal (zati) tedbiri birleştirme özelliğine sahiptir. Çünkü akli tedbir, mizacın zati özelliklerini göz ardı eder iken, bedeni tedbir bunları kemali elde etmede Hakk yönünde kullanır. Dolayısıyla bedenin tedbiri ile kamil tarzda beka umulur.

Kuşkusuz bu (ruhi) tedbir, ilk (zati) tedbirden farklıdır. Nefislerin bekasına, şeriatların haber verdiği bedeni ve ruhani dirilişe inanmayan kimse, nefsi açısından sadece mizacının tedbirine önem verir ve sadece onu gözetir; bunun dışındaki başka bir şeyi dikkate almaz. Yani güzel ahlakı elde etmek için uğraşmaz, mizacının taleplerini karşılamakla meşgul olur.

Ruhi sıfatın Yakub'a bitişmesindeki diğer sır ise, Yakub'un “Arş” diye isimlendirilen birinci feleğin örneği ve mazharı gibi olmasıdır. Arş, ruhun tedbir ettiği ilk cismani suret olmasıyla ruhun iki tedbirini de içerir.

Ruhani tedbir iki türlü olduğu gibi, din de şeri (kanuni) ve akli olmak üzere iki çeşittir. Şeri din, itaat ve boyun eğmektir. Nitekim Allah şöyle demiştir: “Allah katında din İslam'dır (teslimiyet).”(Al-i İmran, 19). Boyun eğmek ve itaat da, yine zahirde ve/veya batında gerçekleşir ve zati ve/veya çabaya bağlıdır. Dinin diğer (akli) manası ise karşılık vermektir, ve bu da zati veya iradi olarak gerçekleşir. Zati karşılık, (mutlak) adalet ve denge ile olur. Bunun bilinmesi, en zor bilgilerdendir. İradi olanın ise adaletli olduğunu zannedilsede gerçekte durum böyle değildir. Yani insanlar tarafından uygulanan hükümler hiçbir zaman adaleti sağlamazlar; adalet, -her ne kadar çoğunluk tarafından anlaşılamasa da- yaratıklar için ezelde takdir olunmuş olan ilahi hükümlerdedir.

Dinin idaresi de dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki kısımdır. Dünyevi olan, genel ve özel olarak bu alemin bugünkü çıkarlarını korumayı içeren siyaset iken; uhrevi olan, işlerin karşılığını ve sonuçlanmasını gözetmektir.

İlk bütün karşılık verme, genel yaradılış rahmeti itibarı ile ortaya çıkmıştır. Bu rahmet, mümkünlerin mutlak kabiliyetlerine göre zati varlık tecellisini kabul etmelerine ve kendilerine ait olan hakikatlerin yerlerini almalarına dayanır. Bu kabiliyetlerin zuhur mertebelerine taşınmasıyla yaratıklar arasında mertebesel farklılıklar ortaya çıkar. Böylece bazı kabiliyetlerin, diğerlerine karşı istidat fazlalığı ve varlığı daha kamil tarzda kabul etmekten ileri gelen üstünlüğü ve Hakk'ın eksik kabiliyetlere ve bedbahtlık ile nitelenen varlıklara karşı delili açıkça ortaya çıkmıştır. Bu delil, Hakk'ın bunları bedbahtlığa zorlamadığıdır; tam aksine bu bedbahtlık kendilerindendir. Hakk'a ait olan, onları kendi ilmine göre varlık tecellisi ile ortaya çıkarmaktır. Bu zati karşılık, kaza ve kader sırrının anahtarı ve uygun olan karşılık vermenin (adalet) aslıdır.

Uygun olmayan şey ile cezalandırmanın aslı ise, (zuhura yönelik detayların getirdiği) kayıtlara, (zaman/mekana göre) varlık tecellisine kabiliyetlerden ulaşan değişmeye, kabiliyet sahibinden beklenilen şeyin iyi karşılanıp karşılanmamasına bağlıdır. Bu sınırlamalar dolayısıyla yükümlülükler hoşnutlukla karşılanmazlar.

Herhangi bir kabiliyet sahibinin kayıtları ve kabul ettiği tecellideki değişmeleri az ise ve kendisinde hoşnut karşılama zuhur ederse, onun yükümlülüğü de az olur. Ayrıca, kendisinden giderilmemiş ve kendisi için gerçekleşmesi zorunlu olan sınırlamalar da affedilir ve örtülür. Bunların hükümleri, kabiliyet sahibinin kendileriyle istenildiği tarzda zuhur ettiği diğer hüküm ve sıfatlar içinde ortadan kalkar.

Hayvanların yükümlü olmayışı, insanın aksine onların zati olarak boyun eğmeleri, tabii olarak itaat etmeleri ve kendilerinden istenilen şey ile zuhur etmelerinden kaynaklanır. İnsani sureti kabul eden ise hali ile kendi hakikati için tam bir ayna olduğunu iddia etmiştir. Dolayısıyla adil bir ölçüyle imtihan edilir.

Yakub, iki din (akli ve şeri) vasfı ile de zuhur etmiştir ve iki karşılık görmüştür. Akli dinle zuhuru, Yusuf'dan ayrılığının üzüntüsüyle yumuşak olmayan karşılık görmesidir. Yusuf'dan ayrılığını gerektiren ceza, kapısına gelen aç bir dilenciyle yediği yemeği paylaşmamış oluşudur. Bunun ardından tövbe etmesiyle acısı giderilmiştir. Şeri dinle zuhuru da, Yusuf'un yokluğunda gösterdiği sabır dolayısıyla razı olduğu bir tarzda oğulları ile tekrar birleşmesidir. Bu yolla da yumuşak karşılık görmüştür.

Burada iki dini ayıran asıl nokta, Yusuf'un yokluğunun akli dinde Yakub'un hükmüne bağlı, şeri dinde ise ezelde takdir edilmiş ilahi bir hüküm oluşudur. Akli dine göre Yakub “Ya Rabbi! Oğlumu ve kalbimin çiçeğini aldın. Onu bana gönder, sonra bana dilediğini yap.” demiş, şeri dine göre de Yusuf'un yokluğuna sabretmiştir. Böylelikle Yakub iki dine de uymuştur. Çünkü akli din adaleti irade etmeyi gerektirirken, şeri din sorgusuz sualsiz Hakka'a itaati zorunlu kılar.

Buradaki diğer bir sır da şudur: Hakk, istiva etmeyi ve kendisinin mazharı olması için tecelli etmeyi dilediği kalplerde ortak koşulmasından hoşnut olmaz. Yusuf babasının kalbinde bir mekan tutunca, Hakk, Yusuf'u kıskançlık ile Yakub'dan almış, hüzün ve ayrılık elemini kalbine vermiştir. Yakub ümitsiz kalıp, sadece Hakk'a yöneldiğinde ve Allah'tan başkasının hükmünden temizlendiğinde, Allah evlatlarını en güzel bir şekilde ona iade etmiştir. İşte bu da (şeri dine ait) uygun, yani zati karşılık vermektir. Bu, az bilinen rabbani bir terbiye ve ilahi bir (manevi) tedavidir.