Fususul Hikem'in Sırları

İshak

Olumsuzlayıcı sıfatlardaki durum belirleyici sıfatların aksinedir. Belirleyici sıfatlar açısından Hakk'dan meydana gelen varlıklar, bilinmeye daha yakındır ve bunların bilinmeklik ile tahakkuk etmeleri daha tamamdır. Tenzihi sıfatlar açısından Hakk'dan var olan varlıklar -ki ruhlardır- ise birliğe en yakın ve bilinme mertebesinden en uzak olan varlıklar olmuştur.

Belirleyici sıfat hükümleri ile ilk beliren ve onları ilk taşıyan kişi İbrahim olduğuna göre, onun neticesi olan oğlunun (İshak) halinde de hayal aleminin hüküm ve özelliklerinin ortaya çıkması şart olmuştur. Çünkü ilahi hüviyet gaybından başlayan varlık tecellisi seferinin ilk mertebesi manalar alemidir. Bunu ruhlar alemi takip eder. Ruhlar alemi ve son mertebe olan cisimler/his alemi arasında kalan da mutlak misal alemidir.

Aşikar kılınmış suretlerin ilki olan ve onları kuşatan Arş, Rahman'ın istiva makamı olmuştur. Çünkü Arş'da varlık tecellisinin belirmesi tamamlanır ve istikrara kavuşur. Rahmet, varlığın ta kendisidir ve Rahman da varlığın kendisi oluşu yönünden Hakk'dır. Bu yüzden istiva, Rahman'dan başkasına izafe olunmamıştır.

Hayal aleminin iki mertebesi vardır; insana ait kayıtlı mertebe ve her hayal sahibini kuşatan mertebe. Mana ve ruhların kayıtlı hayal alemine yansıması her zaman bire bir uygun olmaz. Mutlak misal aleminde cesetlenen her şey aslına uygundur. Kayıtlı hayal mertebesinde ise ancak uygunluk doğru olduğunda böyle olur.

Misal aleminin, Zahir isminin mazharı olan alemin suretiyle olan ilişkisi, kamil insanın zihninin ve hayalinin kendi suretiyle olan ilişkisi gibidir. Alemin suretinin ruhu, bir açıdan Batın isminin mazharıdır. Suretsiz, akledilir şeyleri cesetlendiren şey Batın ve Müdebbir isimleridir ve bu şekilde ortaya çıkan şey konusunda ilim ve kuvvette hiçbir eksiklik söz konusu olmaz. Kamil insanın hayal gücü de, alemdeki bu kuvvetin bir kopyasıdır. Çünkü Hakk kuvvet ve metanet (dayanıklılık) sahibidir. Buradaki (alemdeki veya kamil insanın zihnindeki) her şey, ancak bilindiği şekilde cesetlenir. Bu ilme asla cehalet bulaşmaz. Bu yüzden bire bir uygunluk ve doğruluk şart olmuştur.

Diğer insanlarda ise durum böyle değildir. Çünkü onların hayal güçleri, ruhlarının ve daha önce öğrenmiş oldukları şeylerin nuraniliğine tabidir ve dolayısıyla cesetlenen, bunların hükümlerine göre boyanmak zorundadır. Ayrıca insanın hayal gücü, meydana getirdiği şeyi ancak zihinsel gelişimine, mizacının düzgünlüğüne, hayal gücünün kuvvetine ve içinde bulunulan mekan ve zamanın özelliğine göre meydana getirir. Bunun sonucunda ise, sonuç misal aleminde cesetlenen şeyden farklı olur. Ne var ki, derelerin büyük ırmaklar ile olan ilişkisi gibi; kayıtlı hayaller de mutlak misal aleminden çıkmış ve ona bitişiktirler. Dolayısıyla tevil edilerek (yorumlanarak) aslına döndürülmeleri mümkündür.

İnsanlar temelde üç mertebeden birinde bulunurlar. Bunlardan ilki, kalpleri mühürlenen düşük kısımdır. İkinci kısmın kalpleri ise bazen temizlenir, meşguliyetlerden kurtulur ve hayalleri mutlak misal alemi ile ilişkili olur. Bu esnada, bu insanların nefslerinin idrak ettiği her şey kalplerine ışık olarak yansır ve oradan da zihinlerine ulaşır. Eğer bu tür rüyaya iç konuşması da eşlik ederse, rüyada mizacın etkisi bulunur. Aksi halde, bu rüya Allah'tandır ve genellikle tevil edilmez. İbrahim'in oğlunu kurban etme hakkındaki rüyasını tevil etmemesi ve görüneni benimsemesi, bu mertebede bulunmasından kaynaklanmıştır.

Kalbi Hakk'ın yerleştiği yer haline gelen kimsenin kalbine ise genellikle başka bir şey yansımaz. Bu özellikteki bir kimsenin rüyasının kaynağı kalptir ve ilk yansıma kalpten zihne olur. İbrahim birinci hale alıştığı, Hakk ise, onu bu makama ulaştırmak istediği için, kalbinden zihnine çıkan şey bir tek yansıma olmuştur. Bu durumda da, yansıyan şey esas sureti ile zuhur etmez; zuhuru, yüksek alemde akılların ve nefslerin zatlarında ruhani olarak ortaya çıkışına veya ahadiyet'i cem niteliği ile çokluğu birleştiren kalpten çıktığı tarza göredir. Dolayısıyla bu tarz rüya tevile ihtiyaç duyar. Buna göre, tevil gerektirmeyen rüya yalnız orta derecedeki kimselere aittir.